Uzun Zaman Oldu...
Uzun zaman oldu.
Neden mi?
Hepimiz günler geçtikçe bi'şeyler deneyimliyoruz. Mutlaka hayatımızda inişler çıkışlar yaşıyoruz. O süreçlerden biriydi işte bu geçtiğimiz iki ay, benim için...
Neden hayatı musluk suyu gibi kontrol edemediğini sordun mu kendine hiç mesela?
Ben sordum.
Düşünsene, istediğin zaman durdurup o anı sonsuza kadar yaşasaydın, nasıl büyürdün? Nasıl kıymet bilirdin? Nasıl acıyı/tatlıyı ayırır, nasıl insanların değerini anlardın ki?
Ne yazık ki bazı şeylerin değeri, kaybedildiğinde anlaşılıyor.
Sağlığını kaybedene kadar vücudunu hor kullanıyorsun, sonra eski günlerini özlüyorsun, yalan mı?
Bi taş atıp etrafa dalgaların yayılmasına aldırış etmiyorsun, sonra o dalgalar kıyıya vurup, yaptığın kumdan kaleyi yıkınca...
Bir de onca uğraşına rağmen, onca savaşmasına rağmen, hayata yenilenler var. Haksızlık orada başlıyor işte. Gittiğine üzülüyorsun, ağlıyorsun-bazılarımız ağlayamıyor-, sızlıyorsun, tepiniyorsun ama gitmiş oluyor yani. Ne yapabilirsin ki? Kontrolcüysen hele, elinden bi'şeyin gelmediğini görmek seni daha çok sinirlendiriyor, çıkıyorsun dışarı yürüyorsun yürüyorsun... Sadece hızlı hızlı, soluk soluğa kalıncaya kadar, yağmurun altında, ıslandığına aldırış etmeden. Kendini sıkıyorsun evdekiler üzülmesin diye, sonra en ufacık şeyde, o içine oturan anlar aklına gelince bağırıyorsun avazın çıktığı kadar, üst komşuların iniyor korkudan yanına, ne oluyor diye. İstediğin kadar bağır ya, işe yaramıyor işte.
Sonra, son görevini yerine getiriyorsun, yıkayıp paklıyorsun onu. Saçını yapıyorsun, damat gibi. Mis gibi kokuyor, ömrün boyunca öyle güzel bi koku duymadın mesela. Kendini alamıyorsun, sürekli tabutu kokluyorsun. Ve o an geliyor, bırakıyorsun onu bi yerde sağ omzunun üstüne yatırarak. Arkana baka baka evine dönüyorsun, ve hayata devam etmek zorunda kalıyorsun. Biri saçma sapan bi'şey yapınca gülüyorsun, ve anında pişman oluyorsun. Yanlış yaptığını düşünüyorsun. Ama hayat devam ediyor, sen edemiyorsun sadece. Etmek istemiyorsun aslında.
Öyle işte. Hayat, çok garip.
Dedem hastanede hastalıkla pençeleşirken, babama orada vakit geçirsin diye bir kitap vermiştim, rastgele. Şimdi, "rahmetli" olan dedemin konsolunda duran o kitabın ismi gibi gerçekten hayat: Ölüm Kadar Basit.
Bu kadar oturur değil mi taşlar yerine? Kesinlikle.
Ama, bazı şeyleri kabullenmek gerek. O süreci yaşamadığın sürece arafta kalıyorsun tabiri caizse. Ve hoş değil, anlıyor musun? Canın yanıyor, yalan söylemiyorum. Yanıyor yani. Bi halt olamayacağını düşünüyorsun, keşke 2 katı zaman geçirebilseydim diyorsun, sonra farkediyorsun ki zaten herşeyi yapmışsın, küçükken denize gitmişsin, sabah gizli gizli gezip çay bahçesine gitmişsin onunla, tavla oynamayı öğrenmişsin, gülüşüne şahit olup, bizzat güldürmüşsün, bıyığı ile oynayıp gıdıklamışsın uyurken, eğlenmişsin hep hayatında o varken. Sana bi'şeyler katmış. Soyadının manası o olmuş mesela. İyi ki varmış, diyebilmişsin. Karmaşık duygular içindesin yani. Ama o süreci atlatman gerek. Yaşayıp, devam etmen gerek. Yoksa, üzgünüm ama olmuyor. Kalıyorsun o arafta.
Bak sonra, başka bir yakının hastalığında öyle bir panik yapıyorsun ki, kalbini ağzında hissediyorsun. Paranoya yapıyorsun kısaca. Yapma. Bırak acı içinden geçsin gitsin işte.Bak, o yakının da gayet sağlıklı şimdi. Korkulacak bi'şey yokmuş, gördün mü?
Ben mi?
Yaşadım da konuşuyorum. Üzüldüm, ağlayamadım, ağladım, acı çektim, arafta kaldım, büyüdüm, hissizleştim, eksik hislerimi kazandım, derim biraz daha kalınlaştı kısaca. Uzun zaman oldu, ama artık buradayım. Herşeyimle.
Yorum bırakmayabilirsiniz, oldukça ağır yazdım.
Sevgilerle. Ön adı Ahmet olan ve bundan gurur duyan; Furkan Naycı.
Neden mi?
Hepimiz günler geçtikçe bi'şeyler deneyimliyoruz. Mutlaka hayatımızda inişler çıkışlar yaşıyoruz. O süreçlerden biriydi işte bu geçtiğimiz iki ay, benim için...
Neden hayatı musluk suyu gibi kontrol edemediğini sordun mu kendine hiç mesela?
Ben sordum.
Düşünsene, istediğin zaman durdurup o anı sonsuza kadar yaşasaydın, nasıl büyürdün? Nasıl kıymet bilirdin? Nasıl acıyı/tatlıyı ayırır, nasıl insanların değerini anlardın ki?
Ne yazık ki bazı şeylerin değeri, kaybedildiğinde anlaşılıyor.
Sağlığını kaybedene kadar vücudunu hor kullanıyorsun, sonra eski günlerini özlüyorsun, yalan mı?
Bi taş atıp etrafa dalgaların yayılmasına aldırış etmiyorsun, sonra o dalgalar kıyıya vurup, yaptığın kumdan kaleyi yıkınca...
Bir de onca uğraşına rağmen, onca savaşmasına rağmen, hayata yenilenler var. Haksızlık orada başlıyor işte. Gittiğine üzülüyorsun, ağlıyorsun-bazılarımız ağlayamıyor-, sızlıyorsun, tepiniyorsun ama gitmiş oluyor yani. Ne yapabilirsin ki? Kontrolcüysen hele, elinden bi'şeyin gelmediğini görmek seni daha çok sinirlendiriyor, çıkıyorsun dışarı yürüyorsun yürüyorsun... Sadece hızlı hızlı, soluk soluğa kalıncaya kadar, yağmurun altında, ıslandığına aldırış etmeden. Kendini sıkıyorsun evdekiler üzülmesin diye, sonra en ufacık şeyde, o içine oturan anlar aklına gelince bağırıyorsun avazın çıktığı kadar, üst komşuların iniyor korkudan yanına, ne oluyor diye. İstediğin kadar bağır ya, işe yaramıyor işte.
Sonra, son görevini yerine getiriyorsun, yıkayıp paklıyorsun onu. Saçını yapıyorsun, damat gibi. Mis gibi kokuyor, ömrün boyunca öyle güzel bi koku duymadın mesela. Kendini alamıyorsun, sürekli tabutu kokluyorsun. Ve o an geliyor, bırakıyorsun onu bi yerde sağ omzunun üstüne yatırarak. Arkana baka baka evine dönüyorsun, ve hayata devam etmek zorunda kalıyorsun. Biri saçma sapan bi'şey yapınca gülüyorsun, ve anında pişman oluyorsun. Yanlış yaptığını düşünüyorsun. Ama hayat devam ediyor, sen edemiyorsun sadece. Etmek istemiyorsun aslında.
Öyle işte. Hayat, çok garip.
Dedem hastanede hastalıkla pençeleşirken, babama orada vakit geçirsin diye bir kitap vermiştim, rastgele. Şimdi, "rahmetli" olan dedemin konsolunda duran o kitabın ismi gibi gerçekten hayat: Ölüm Kadar Basit.
Bu kadar oturur değil mi taşlar yerine? Kesinlikle.
Ama, bazı şeyleri kabullenmek gerek. O süreci yaşamadığın sürece arafta kalıyorsun tabiri caizse. Ve hoş değil, anlıyor musun? Canın yanıyor, yalan söylemiyorum. Yanıyor yani. Bi halt olamayacağını düşünüyorsun, keşke 2 katı zaman geçirebilseydim diyorsun, sonra farkediyorsun ki zaten herşeyi yapmışsın, küçükken denize gitmişsin, sabah gizli gizli gezip çay bahçesine gitmişsin onunla, tavla oynamayı öğrenmişsin, gülüşüne şahit olup, bizzat güldürmüşsün, bıyığı ile oynayıp gıdıklamışsın uyurken, eğlenmişsin hep hayatında o varken. Sana bi'şeyler katmış. Soyadının manası o olmuş mesela. İyi ki varmış, diyebilmişsin. Karmaşık duygular içindesin yani. Ama o süreci atlatman gerek. Yaşayıp, devam etmen gerek. Yoksa, üzgünüm ama olmuyor. Kalıyorsun o arafta.
Bak sonra, başka bir yakının hastalığında öyle bir panik yapıyorsun ki, kalbini ağzında hissediyorsun. Paranoya yapıyorsun kısaca. Yapma. Bırak acı içinden geçsin gitsin işte.Bak, o yakının da gayet sağlıklı şimdi. Korkulacak bi'şey yokmuş, gördün mü?
Ben mi?
Yaşadım da konuşuyorum. Üzüldüm, ağlayamadım, ağladım, acı çektim, arafta kaldım, büyüdüm, hissizleştim, eksik hislerimi kazandım, derim biraz daha kalınlaştı kısaca. Uzun zaman oldu, ama artık buradayım. Herşeyimle.
Yorum bırakmayabilirsiniz, oldukça ağır yazdım.
Sevgilerle. Ön adı Ahmet olan ve bundan gurur duyan; Furkan Naycı.
kesinlikle kitap yazmalısınnn!!! mükemmel olmuş arkadaşım sana da bu yakışır :)) ayrıca deden için de ALLAH RAHMET EYLESİN :( ( seviliosun...
YanıtlaSilTeşekkür ederim tatlım benim. İyi ki varsın. :)
SilSağolasın kardeşim :)) Buradayım daha zaten :)
YanıtlaSil